“`html
İşte Osman Müftüoğlu’nun kaleminden çıkan ilk yazı:
Oksijen dergisi, 21 Mart itibarıyla “İkinci 50” başlıklı yazılara merhaba diyecek. Yani 50 yaşından 100 yaşına kadar kaliteli bir yaşam sürmek için neleri göz önünde bulundurmamız gerektiğini ele alacaksınız. “İkinci 50” kavramı, 100 yaşına ulaşan insan sayısının artışıyla birlikte, 100’ü görmek artık şaşkınlık yaratmayacak, yavaş yavaş normalleşecektir. Peki, bir birey için 100 yaşına ulaşmak ne anlama geliyor?
100 yaşına ulaşmak, insanlık tarihi boyunca efsanevi bir durum olmuştur. Bu olguya, yabancı literatürde ‘centenary’ adı verilir, bizdeki karşılığı ise ‘dalya’. Dalyaya ulaşma fikrini ilk olarak 3. Cumhurbaşkanımız merhum Celal Bayar gündeme getirdi. Kendisi, dalya merakını pekiştiren önemli bir figürdü; 1986 yılında vefat ettiğinde 97 yaşındaydı. Eski cumhurbaşkanları İsmet İnönü ve Süleyman Demirel de bu kavramla bağdaştırılabilecek diğer adaylardı. Demirel’i yakından tanıdığım için, onun bu meraklı salonda yer alacağını düşünmüştüm. Ancak, ne yazık ki, akciğer rahatsızlığı yüzünden kaybettik. Toplum, dalya diyenlere her zaman farklı bir gözle bakıyor. 2000’lerin başında Okinawa’ya yaptığım seyahatte, 100 yaşını aşan bireylerin bir şekilde yüceltilerek taçlandırıldığını gözlemledim; bu şahıslara saygı gösterme alışkanlığı oldukça yoğundu. 100. doğum günlerinde onlara taht kurarak, omuzlarda taşıma geleneği dahi vardı.
YAŞLANMA KALİTESİ, TOPLUMSAL VE EKONOMİK YÜKÜ HAFİFLETEBİLİR
100 YAŞINA SAĞLIKLI BİR ŞEKİLDE ULAŞMAK, DEĞİL Mİ?
Burada esas mesele, sadece dalya demek değil, o dalyanın hakkını vermektir. Bilinçli, akılcı ve sağlık odaklı bir yaşam sürmek lazım. Özellikle gelişmiş ülkelerde, 50 yaş ve üstü bireylerin yaşam kalitesini artırmak için büyük çabalar gösteriliyor. Araştırmalar, ABD’de 75 yıl yaşama süresi olan bir bireyin bu sürenin 60-62 yılını sağlıklı geçirdiğini gösteriyor; geri kalan kısmında sağlık problemleriyle karşılaşıyor. Bu da topluma büyük bir sağlık maliyeti çıkarıyor. Hatta aynı araştırmaya göre, eğer bu bireyler bir yıl daha sağlıklı yaşayabilirse, Amerika ekonomisine sağladıkları katkı 2 trilyon doları bulabiliyor. Yani, kaybın boyutu son derece yüksek. Kötü yaşlanma, sadece bireyler için değil, toplumun sosyal ve ekonomik yapısı için de bir sorun oluşturuyor.
İkinci 50 döneminin sunduğu bilgi ve tecrübenin etkili bir şekilde kullanılamayacağı riskini de doğuruyor.
Evet, yeni yaşam akıllarla, yeniliklerle ve çabayla kazanılıyor. Bu nedenle 50’sini geride bırakmış, deneyim kazanmış ve daha sakin düşünebilen bireylere, yeni dönemde daha fazla ihtiyaç var. Batılı çalışmalar, bu kişilerin değerini ön plana çıkartıyor. Mesela, 65 yaşında emeklilik, bazı ülkelerde “yaşlılık sorgulaması” olarak görülüyor. İkinci 50’nin sağlıklı bir şekilde yaşanabilmesi, kendi alanındaki uzmanlık ve deneyimlerin sahiplenilmesi, topluma fayda sağlamak ve yük olmanın önüne geçmek açısından büyük önem taşıyor.
BU YAZILAR FİZİKSEL VE ZİHİNSEL SAĞLIĞA ODAKLANACAK MI?
Kesinlikle. Çünkü bedenimiz ve ruhumuz, yaşamakta olduğumuz evin gerçek sahipleridir. Onlar sağlıklı olduğu sürece, ailemizde, toplumumuzda ve mesleğimizde yaşama şansı elde ederiz. Bu nedenle, ilk bakım kendi beden ve ruh evimize yapılmalıdır.
TECRÜBE SAHİBİ BİR HEKİM OLARAK, TÜRKİYE’DE İKİNCİ 50 İLE İLGİLİ EN BÜYÜK SORUN NE?
Gözlemlediğim kadarıyla, toplum olarak daha iyi bir sağlık okuryazarı olmamız gerekiyor. Sağlığımızın değeri ve yönetimi konularında okul dönemlerinde yeterince bilgi almadığımız aşikar. Yönetim kademeleri, sağlık konusunda daha çok hastalık odaklı bir yaklaşım ile yola çıkıyor. Hastane açmayı başarı olarak görüyoruz ama sağlıklı yaşamı destekleyecek toplumsal ve sosyal organizasyonlar genelde göz ardı ediliyor. İnsanları gereksiz yere erken emekliliğe yönlendiriyoruz. Bu da hem emeklilikten dolayı sosyal bir kitle oluşturuyor hem de bu kişilerin yeterli ekonomik gelire sahip olmaması nedeniyle sağlıklı yaşama imkanlarının azalmasına sebep oluyor. Bu bireyler, beslenme kalitesine, sosyalleşmeye ve fiziksel aktiviteye erişimden yoksun kalmakta; sonuç olarak mutsuz, karamsar, huzursuz bir yaşam sürmektedir. Oysa ki, mutlu olmak, sağlıklı yaşamanın ön koşuludur. Biz yeni bir sağlık paradigmasına ihtiyaç duyuyoruz. Yeterince hastane ve tedavi edici sistemimiz olsa da, en gerekli şey, hastalanmamak. Bunun için de bilgi sahibi olmak ve sağlığımızı daha iyi yönetmek zorundayız. “Hastalık bakımı” anlayışını geride bıraktığımızda, hastanelerde bekleyen hasta sayısının da azalacağına inanıyorum. Daha çok çalışan, daha az hastalıkla karşılaşan bir toplum olacağız.
OKURLAR, YENİ BİLGİLER EDİNECEK
20 yılı aşkın süredir bildiklerinizi mass medya üzerinden halkla paylaşıyorsunuz. Birçok kavram Türkiye’de sizden kaynaklandı; sağlığa bakış açısı da sizden evrildi. Oksijen okurlar, bu yazılarda sizden ne gibi yeni bilgiler edinecek?
İkinci hayat yolculuğunun nasıl daha konforlu ve huzurlu bir biçimde sürdürülebileceğini öğrenecekler. Hipokrat geleneği ve bilimsel tıbbın ötesinde, yeni bir sağlık anlayışı yükseliyor. Bu, ilaç tıbbından çok daha fazlasını kapsıyor. Geleneksel bilgilerin yanında, Çin, Şamanist ve Hint tıbbı gibi farklı kaynakların önemine dikkat çekeceğiz. Bu bağlamda, İbn-i Sina geleneğinin de değeri göz ardı edilemez. Doğumdan hasta olana kadar, bizi sağlıklı tutan maddelerle tedavi olabileceğimizi keşfedecekler. Örneğin, maydanozdaki apigenin, bir kanser ilacı olabileceği gibi, aynı zamanda daha iyi uyumamıza da yardımcı olabilir. Onları bilgilendirip heveslendirerek, “Google Üniversitesi’nin arama mühendisi” olmaktan çıkaracağım. Oksijen okurları, gerçekten sağlıklı bir yaşam için daha yetkin hale gelecekler. Bunun önemine değinecek olursak, internet üzerinden edinilen Sağlık bilgileri, çoğu zaman yanıltıcı olabiliyor. Çok sayıda araştırma, sağlık bilgilerini araştıranların ölüm oranının %40 arttığını göstermektedir. Oksijen’de, ‘İkinci 50 üniversitesi’ kurarak bu yolculukta okurlarımıza yol arkadaşlığı yapmayı hedefledik.
YANLIŞ BİLGİLER MORALİ ETKİLEYEBİLİR
Kesinlikle. Zira genellikle en kötü senaryolarla başlıyoruz. Örneğin, birinin ferritin değerinin yüksek çıktığını varsayalım. Hemen internete bakınca “karaciğer sirozu olabilirsiniz” şeklinde bilgiyle karşılaşıyor. Fakat gerçekte, belki de birkaç gün önce demir tedavisi almıştır, bu nedenle değerinin yüksek olması doğaldır. Ancak bu esnada, bilgi kirliliği nedeniyle kaygıları artar, bu da istenmeyen sonuçlar doğurabilir.
BİYOMOLEKÜLER BELİRTEÇLER VE ‘OMİK TIBBINDAN’ BAHSEDECEĞİZ
Çok sık yapacağım bir hatırlatma: “Kendinize iyi bakın, daha uzun yaşayacaksınız.” Hiçbir şey yapmasanız bile günümüzde ortalama yaşam süresi 75-80 yıl arasında. Küresel ortalama bile 73 yıl. Bunu 1900’lerde düşünmek bile imkansızdı. Geçen yüz yıl boyunca büyük bir ilerleme kaydettik, ancak gelecek 100 yıl içinde daha da uzanması bekleniyor. Burada önemli olan, ömrün uzunluğu ile sağlıklı yaşama süresinin dengelenmesini sağlamak. Biyomoleküler tıp, bu bağlamda önemli bir anahtar. Biyomoleküler belirteçlerden ne kadar çok faydalanırsak, kendimizi o kadar iyi tanıyabiliriz. Öğrenciliğimde yaklaşık 100-150 laboratuvar testi yapılırken, günümüzde bu sayı 2000’i geçti. Son iki yılda, özellikle genetik testlerle birlikte bunlara 500 yeni test eklendi. Önümüzdeki beş yıl içinde ise en az beş bin yeni belirteç daha bizimle olacak. Bu ikili veriler, genetik yapımızı, mikrobiyomuzu ve metabolizmamızdaki değişiklikleri takip etmemizi sağlayacak.
İKİNCİ 50 İÇİN HAZIRLIK ZAMANI 30 YAŞ
Gene Hackman ve eşinin şoke edici ölümü hakkında ne yorum yaparsınız?
Bu, en önemli örneklerden biri. Eğitim, ekonomik güç veya sosyal statüden bağımsız olarak, özellikle Türk toplumunda bir ‘yaşlanma planına’ ihtiyaç var. Yaşlanma planı dediğimizde, akla gelen ilk şey, “Bir kenara biraz para koy, bir ev edin ve düzenli bir emeklilik gelirin olsun.” Ancak, yaşlanmanın sadece ekonomik boyutu yok; sosyal, ruhsal ve fiziksel yönleri de mevcut. Eğer bu unsurlara dikkat etmezseniz, Gene Hackman gibi saygın bir birey, yalnız ve sosyal bir dışlanma ile karşılaşabilir. En sonunda, evinde eşinin birkaç gün önce öldüğünden habersiz bir şekilde yaşamını sürdürür. Hayatının son döneminde sosyalleşmeden mahrum uno yine hatırlatmak gerekirse, bizler sadece emekliliği değil; sosyal ve ruhsal yaşamı da düşünmek zorundayız. Eğer huzurevinde yaşamak istemiyorsak, sosyal bağları güçlendirmeliyiz.
İKİNCİ 50 HAZIRLIKLARINA NE ZAMAN BAŞLAMALIYIZ?
- Bir genç geldiğinde “Ne yapmalıyım?” diye sorarken, 30 yaşındaki bireyleri daha çok önemsiyorum. Çünkü 30 yaşında, 50 yaşında karşılaşabilecek sorunları tahmin edebilir ve yönetebilirim. Örneğin, insülin direnci, diyabet ya da yüksek kolesterol gibi durumları belirlemek mümkün. Yaşlanma sürecinde, bu sorunları yaşamadan ve kayıplar olmadan önce önlemek, daha kolay.
TIP DÜNYASI BU UÇURUMU KAPAMAYA ÇALIŞIYOR
Daha önceki görüşmemizde, “life span-health span” (ömür-sağlıklı yaşam süresi) arasındaki önemli uçuruma dikkat etmiştiniz. Bu konuda Oksijen’de neler yapmayı planlıyorsunuz?
Bu, kızışan bir tartışma. Dünyanın her yerinde, bu meseleye önem verilmeye başlandı fakat biz henüz üzerinde yeterince durmuyoruz. O nedenle Oksijen’de ‘AgeLab’ adını taşıyan bir yaşlanma laboratuvarı kurmayı planlıyoruz. Harvard, MIT, Stanford gibi üniversiteler de bu alanda iyi uygulamaların peşinden koşuyor. Zira, ömrü uzatırken sağlığı da dikkate almazsanız, giderek büyüyen bir hasta yaşlılar kütlesiyle karşılaşabiliriz. Türkiye’de ortalama yaşam süresi erkekler için 77, kadınlar için 79 yıl. Ancak, yalnızca bu sürenin 62-64 yılını sağlıkla geçirebiliyoruz. Geri kalan yıllar hastanelerde ya da doktor muayenehanelerinde geçiyor. Bu durumun çeşitli ekonomik, sosyal ve psikolojik sonuçları ise kayda değer.
BU YOLCULUKTA NELER VAR?
- Bağırsak-beyin ilişkisi
- Nutrigenomi
- Nootropikler ve psikedelikler
- Kriyoterapi uygulamaları
- LED terapisi
- Plazma değişimi süreçleri
- Hiperbarik oksijen tedavisi
- Ten pass ozon terapisi
- Biyo-hacking uygulamaları
- PEMF tedavileri
- Pressoterapi gibi gençleştirici uygulamalar
- miRNA ve Eksozom tedavileri
- Mitokondri müdahaleleri
- Telomer iyileştirmeleri
SÜLEYMAN DEMİREL’İN ÖZEL DOKTORUYDU
Osman Müftüoğlu, 1955 yılında Anamur’da dünyaya geldi. 1978 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu ve 1984’te iç hastalıkları uzmanı unvanını aldı. Uzun yıllar 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in özel doktorluğunu yaptı. 1993-2001 yılları arasında Ankara Numune Hastanesi’nin başhekimliği ile cumhurbaşkanının sağlık başdanışmanlığını gerçekleştirdi. Türkiye Diyabet Derneği, Türk İç Hastalıkları Derneği gibi kuruluşların aktif bir parçası olan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, çeşitli sağlık komisyonlarında görev aldı. Şu anda Yaşasın Hayat Kliniği’nde tıbbı mesleğine devam eden Müftüoğlu’nun birçok yayımlanmış eseri bulunmaktadır.
HAYAT ARTIK DÖRT FAZ OLMALI; ‘EMEKLİLİK’ KAVRAMINA SON!
- Erken ölümler, kayıp yaşatırken; yaşam potansiyelinin heba olmasına neden olabiliyor. İnsan yaşamının gücünden yararlanmak, modern tıbbın en önemli hedeflerinden biridir.
- “İkinci 50” şişin yanı sıra, zihinsel ve duygusal anlamda da kaliteli bir yaşam sürebilmek için doğru adımları atmayı öğreneceğiz. Yaşlılık dönemi 30’larda ve 40’larda yönetilmeli, böylece sağlıklı bir yapı oluşturulmalı.
- Yaşlanma yolculuğuyla ilgili kendi sağlığımızın yöneticisi olmalı, neyi, ne zaman ve ne için yapmamız gerektiğini öğrenmeliyiz. Sağlıklı bir yaşam için, değişim kaçınılmazdır.
- Yaşam fazları artık üç değil, dört aşamadan oluşmalı. Bilimsel veriler, yaşamımızın çan şeklinde bir süreç izlediğini gösteriyor. Şu anda, yaşlanma ile birlikte geçirilen zaman 40-50 yıl aralarındayken, bunu daha farklı kavramlarla ele alarak sosyal bağları da güçlendirmeliyiz.
“İKİNCİ 50”NİN ELE ALACAĞI SORULAR
- Uzayda yaşam, yaşam süresini uzatıyor mu?
- Biyolojik yaşı ölçümlemek güvenilir mi?
- Uzun boylu ya da iri yapılı kişilerin ömrü daha uzun mu?
- Yaşam tarzı tıbbı ile güncel tıp arasındaki farklar nelerdir?
- “İkinci 50” için önerilen “5P tıbbı” nedir?
- Kronik hastalık tehdidiyle ilgili görüşlerinizi paylaşır mısınız?
- Longevity kavramı neden sağlık gündemimizde önemli bir yer kaplıyor?
- “Derin tıp” kavramını özetleyebilir misiniz?
- Giyilebilir sağlık teknolojileri gerçekten etkili mi?
- Takviye vitamin kullanımı şart mı?
- Sağlıkta “gelecek” kavramı nasıl dönüşüm geçiriyor?
- Koroner arterlerdeki durumlar nasıl tespit edilebilir?
- 50 yaşına yaklaşırken kanser riski nasıl öngörülebilir?
GİYİLEBİLİR SAĞLIK ÜRÜNLERİ ERKEN TEŞHİSTE YARDIMCI OLABİLİR
Akılcı sağlık taramaları ve doğru biyomoleküler belirteçler kullanıldığında, 40-50 yaş aralığındaki bireylerin dörtte birinde en az bir kronik hastalık riski tespit edilebiliyor. 65 yaşına geldiğinde ise bu oran üçte ikiye kadar çıkabiliyor. Özetle, hastalık riski tahmini ve erken teşhisi için daha fazla biyobelirtece ihtiyaç duyuyoruz…
Dr. Leroy Hood’a göre bu biyobelirteçlerin birçok yanı bizim genomumuzda yer almaktadır. Genom, yaşamış olduğumuz çevresel etkileşimlerin yansımalarını da içeriyor; bu sebeple genetik yaklaşımlara da önem vermek gerekiyor. Dijital sağlık ölçümleri de bu bağlamda önem kazanıyor; akıllı cihazlar sayesinde sağlığınıza dair birçok veriyi toplayıp analiz edebilmekteyiz.
MENOPOZ VE CİLT SAĞLIĞI KONUŞULACAK
- “İkinci 50″ döneminde yaşlanmanın yanı sıra genç kalma ve hatta gençleşme konularını da ele alacağız. Bunun için “rejeneratif tıp” üzerinde duracağız.
- High-tech beauty ve çeşitli yöntemlerin gençleşme için sunduğu olanakları tartışacağız.
- Kilo ve yaşlanma ile ilgili yeniliklere, sosyal ilişkilerin önemine dikkat çekmeye çalışacağız.
- Menopoz süreçlerini daha sağlıklı ve etkili yaşam tarzları ile yönetebilmenin yollarını arayacağız, aile bağlantılarının önemine, yalnızlığın bedelini de konuşacağız…
“`
More Stories
Bakan Uraloğlu açıkladı: Trabzon’a 2024’te 1 milyon 350 bin ziyaretçi geldi
Köyceğiz’de Konut Kuraları 13 Mart’ta
Türk turizmi yeni rekor bekliyor